KİTABIN ADI : ARABA SEVDASI
KİTABIN YAZARI : Recaizade Mahmud Ekrem
SAYFA SAYISI: 272KİTABIN TÜRÜ: ROMAN
ARABA SEVDASI KİTABININ KONUSU (TEMASI):
Roman, alafranga hayata özenen genç bir Osmanlı zengininin sahte Batılılaşma hevesiyle hem kendisini hem çevresini nasıl gülünç duruma düşürdüğünü anlatır. Bihruz Bey’in Periveş Hanım’a duyduğu yüzeysel aşk, bu yapay yaşamın en belirgin örneği hâline gelir.
ARABA SEVDASI KİTABININ ANA FİKRİ:
Eserin ana fikri, yanlış Batılılaşmanın bireyi kimliksizleştirdiği, insanın öz benliğinden uzaklaştırdığı ve komik bir taklitçiliğe sürüklediğidir. Görünüşe ve sosyal gösterişe dayalı bir yaşam, kalıcı mutluluk getirmez; aksine daha büyük hayal kırıklıklarına yol açar.
ARABA SEVDASI KİTABININ ÖZETİ:
Araba Sevdası Kitabının Özeti, Recaizade Mahmut Ekrem’in Araba Sevdası romanı, alafranga hayata körü körüne özenen bir Osmanlı gencinin trajikomik yaşamını merkeze alır. Roman, zengin bir ailede büyümüş, hiçbir zorluğa gerçek anlamda temas etmemiş olan Bihruz Bey’in gösterişe dayalı yapay hayatını tüm çıplaklığıyla gözler önüne serer. Fransızca kelimeler kullanarak konuşmayı “kibarlık” sayan, sürekli şık giyinen, Beyoğlu sokaklarında süslü arabasıyla dolaşmayı en büyük zevki olarak gören Bihruz Bey, toplumda kendini önemli biri sanmanın verdiği tatlı bir hayale kapılmış durumdadır. Ancak hem kimliğini hem hayata bakışını yalnızca dış görünüş üzerine kurduğu için en küçük sarsıntıda bile dağılıp kırılacak kadar hassas bir yapıya sahiptir.
Bir gün Göksu’da arabasıyla dolaşırken Periveş Hanım’ı görmesi, romanın gidişatını değiştiren olay olur. Bihruz Bey, kadının zarif görünümüne ve gösterişli tavırlarına kapılıp onu ideal bir aşk figürü olarak zihninde büyütür. Periveş’in gerçekten kim olduğunu hiç araştırmadan, tamamen hayal gücünün süslediği bir kadın olarak onu yüceltmeye başlar. Aşkını romantik bir tutku sanan Bihruz Bey, aslında kendi yarattığı fantezilere âşık olur. Periveş’in her davranışını abartan, hayallerini gerçeğin üzerine çıkaran bu romantik yaklaşım, onun sağlıklı karar vermesini engeller. Bu süreçte çevresindeki insanlar –özellikle de her fırsatta onu kandıran ve alay eden Keşfi Bey– Bihruz’un zayıflıklarını fark eder ve ondan çıkar sağlamak için bu durumu kullanır.
Bir süre sonra Bihruz Bey, Periveş’in sandığı gibi soylu, varlıklı ve “yüksek sınıf bir kadın” olmadığını öğrenir. Onun arkasında saklanan maddi sıkıntılar, toplumda tutunma çabası ve başkalarına bağımlılığı ortaya çıkınca Bihruz Bey büyük bir sarsıntı yaşar. Çünkü yaptığı tüm idealizasyonlar çöker ve aşk diye sarıldığı şeyin aslında bir hayalden ibaret olduğunu fark eder. Bununla beraber, Bihruz Bey’in alafranga taklitçiliğe dayalı yaşamı da giderek çatırdamaya başlar. Yapay kibarlığı, aşırı hassas gururu, bir türlü doyuramadığı gösteriş arzusu, çevresinin fark ettiği ama onun göremediği büyük bir boşlukla birleşir.
Roman ilerledikçe Bihruz Bey’in karakterindeki yüzeysellik, toplumdaki yanlış Batılılaşmanın bir yansıması hâline gelir. Fransızca konuşmaya çalışırken gülünç durumlara düşmesi, karşısındaki insanları küçük görmesi, en basit duygusal deneyimleri bile abartılı bir romantizmle yorumlaması, onu hem komik hem trajik bir figür hâline getirir. Babasının ölümünden sonra mali durumunun bozulmasına rağmen hâlâ gösterişli bir hayat sürmeye çalışması da bu çelişkinin en güçlü örneklerindendir. Bihruz Bey, ekonomik gerçekleri bile romantize ederek görmezden gelir, adeta kendi kurduğu rengârenk ama çürük bir dünyanın içinde yaşamaya devam eder.
Romanın son bölümleri, Bihruz Bey’in hayal dünyasının tamamen yıkılışını gösterir. Hem Periveş Hanım'ın gerçekte kim olduğunu öğrenmesi hem Keşfi Bey’in yalanlarıyla yüzleşmesi hem de maddi gücünü kaybetmeye başlamasıyla birlikte tüm sahte ihtişamı çöker. Gerçeklerle yüzleşemeyen Bihruz Bey, kendini yalnız, şaşkın ve yönsüz hisseder. Yaşamı boyunca taklit ettiği, ama asla içselleştiremediği “Batılı yaşam biçimi” bir anda anlamını yitirir. Sonunda geriye kalan tek şey, Bihruz’un kendi boşluk ve çaresizliği olur. Roman, bu dramatik ama aynı zamanda gülünç sona işaret ederek biter.
Araba Sevdası, yalnızca bir aşk hikâyesini değil, dönemin Osmanlı toplumundaki kültürel savrulmayı, bireyin kendine yabancılaşmasını ve yanlış Batılılaşmanın birey üzerindeki yıkıcı etkilerini güçlü bir ironiyle anlatır. Bihruz Bey, sonunda hiçbir zaman gerçekten ait olmadığı bir dünyanın içinde savrulan, hayatı boyunca kendinden kaçmış eğreti bir portre olarak karşımıza çıkar.
ARABA SEVDASI KİTABINDAKİ KARAKTERLER VE ANALİZİ
Bihruz Bey
Romanın baş kahramanıdır. Zengin, şımarık ve yüzeysel bir gençtir. Fransız kültürüne körü körüne hayranlık duyar; fakat bu hayranlık bilgiye değil, taklide dayanır. Gerçeklerle yüzleşmekten kaçan, hayal dünyasında yaşayan yapısı nedeniyle trajikomik bir portre çizer.
Periveş Hanım
Bihruz Bey’in âşık olduğunu sandığı kadındır. Dışarıdan soylu bir görüntü verse de aslında sıradan ve maddi sıkıntılar içinde bir kadındır. Bihruz’un hayallerinin nesnesi olarak görülür ve gerçeği ortaya çıkınca onun dünya görüşünü sarsar.
Keşfi Bey
Bihruz Bey’in arkadaşıdır. Aslında ona yakın görünse de sürekli dalga geçen, onu yanlış yönlendiren ve kendi çıkarlarını ön planda tutan bir karakterdir. Toplumdaki iki yüzlülüğün yansımasıdır.
Süleyman Efendi
Bihruz Bey’in araba sevdasını, alafranga yaşam tarzını destekleyen bir diğer figürdür. Onun dünyasını besleyen yapay çevrenin bir parçasıdır.
ARABA SEVDASI KİTABI MEKAN:
ARABA SEVDASI KİTABI ZAMAN:
ARABA SEVDASI KİTABI BAKIŞ AÇISI:
Roman üçüncü tekil kişi hâkim (ilahi) bakış açısıyla anlatılır. Anlatıcı, karakterlerin hem düşüncelerini hem duygularını bilir; böylece Bihruz Bey’in yanılsamalarını, hayallerini ve içsel çelişkilerini ayrıntılı biçimde aktarır.
ARABA SEVDASI KİTABI YORUM:
Araba Sevdası, Türk edebiyatının en keskin toplumsal eleştirilerinden birini sunar. Recaizade Mahmut Ekrem, bireyin kültürel kimliğini kaybedip bir taklitçiliğe dönüşmesinin ne kadar trajikomik sonuçlar doğurabileceğini Bihruz Bey üzerinden çarpıcı bir şekilde gösterir. Romanın güçlü yanı, hem güldüren hem düşündüren bu doğal anlatım tarzıdır. Bihruz Bey’in iç dünyası ile toplum gerçeklerinin çarpışması, okuru bugün bile yakın gelen sahte modernlik tartışmalarına taşır. Yazar, modernleşmenin özümsenerek değil de gösteriş için yapılmasının bireyi nasıl boş, dayanaksız ve kırılgan hâle getirdiğini başarılı bir şekilde gözler önüne serer.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder